Güvenlik Kamerası Yasal mı? Gözetimin Tarihinden Günümüzün Dijital Gözlerine
Bir tarihçi olarak geçmişi anlamaya çalışırken fark ederim ki insanlık tarihi, gözlem ve gözetim arasındaki ince çizgi üzerinde yürüyen uzun bir hikâyedir. Antik çağın kent duvarlarındaki nöbetçilerden bugünün kameralı güvenlik sistemlerine uzanan bu serüven, sadece teknolojinin değil, aynı zamanda güvenlik ile özgürlük arasındaki dengenin evrimidir. “Güvenlik kamerası yasal mı?” sorusu da bu tarihsel çizginin günümüzdeki yankısıdır.
Gözetimin Kökleri: Antik Uygarlıklardan Modern Devlete
Gözetim düşüncesi, antik Mezopotamya’dan itibaren var olmuştur. Kentlerin giriş kapılarında tutulan bekçiler, yalnızca düşmanlara karşı değil, içerideki düzeni sağlamak için de gözlem yaparlardı. Roma İmparatorluğu’nda ise sokaklarda devriye gezen askerler, kamusal denetimin birer simgesiydi. Bu dönemde gözetim, fiziksel gözle sınırlıydı — bir insanın görüş mesafesi kadar.
Modern anlamda gözetimin yükselişi, 18. yüzyılda Jeremy Bentham’ın “Panoptikon” modeliyle teorik zemin kazandı. Bentham’ın tasarladığı bu yapı, ortadaki bir kuleden tüm hücrelerin izlenebildiği bir hapishane modeliydi. İlginç olan, gözetlenenlerin gerçekten izlenip izlenmediğini bilmemesiydi. Bu fikir, modern gözetim toplumlarının temel metaforu hâline geldi. Günümüzdeki kameralar da bu görünmez denetimin dijital versiyonudur.
20. Yüzyılda Gözetimin Teknolojik Dönüşümü
İkinci Dünya Savaşı, gözetim teknolojilerinin hızla geliştiği bir dönüm noktası oldu. Askerî haberleşme, radar sistemleri ve ilk kapalı devre televizyon (CCTV) sistemleri bu dönemde geliştirildi. 1942’de Siemens tarafından Nazi Almanyası için üretilen ilk CCTV sistemi, roket testlerini izlemek amacıyla kullanıldı. Bu teknolojinin sivil alana geçişi ise 1960’larda gerçekleşti; önce trafik denetimi, ardından banka ve mağaza güvenliği alanlarında yaygınlaştı.
Türkiye’de ise 1990’ların sonlarından itibaren özellikle büyük şehirlerde güvenlik kameraları kamu alanlarına yerleşmeye başladı. Bankalar, alışveriş merkezleri ve sonrasında apartman girişleri bu sistemlerle donatıldı. Böylece, “herkesin birbirini izlediği” bir kamusal yaşam biçimi sessizce yerleşti.
Yasal Çerçeve: Güvenlik mi, Mahremiyet mi?
Türkiye’de güvenlik kamerası kullanımı yasaldır; ancak Kişisel Verilerin Korunması Kanunu (KVKK) uyarınca belirli kurallara tabidir. 2016’da yürürlüğe giren bu kanun, görüntü kaydının da “kişisel veri” olduğunu açıkça belirtmiştir. Bu nedenle, bir kurum ya da birey kamera kullanıyorsa:
- İzleme amacı açıkça belirtilmelidir (örneğin, güvenlik amacıyla),
- Kayıt alanı sadece gerekli bölgeleri kapsamalıdır (örneğin, tuvalet, soyunma odası, özel ofis alanı gibi mahrem yerler asla izlenmemelidir),
- İlgili kişilere bilgilendirme yapılmalıdır (örneğin “Bu alan kamera ile izlenmektedir” ibaresi),
- Veriler sınırlı süreyle saklanmalı ve yetkisiz kişilerle paylaşılmamalıdır.
Bu kurallar, güvenlik ile mahremiyet arasındaki dengenin yasal temellerini oluşturur. Yani, güvenlik kamerası yasaldır ama keyfi kullanım yasal değildir.
Toplumsal Algı ve Etik Tartışmalar
Bugün şehirlerimiz binlerce kamerayla çevrili. Bu durum, suç önleme açısından faydalı görülse de, bazı akademisyenler “sürekli gözetim”in toplum üzerinde psikolojik baskı yarattığını savunur. Michel Foucault, “gözetim toplumları” kavramıyla bu olgunun bireysel özgürlükleri nasıl şekillendirdiğini analiz etmişti. Günümüzde bu tartışma, yalnızca sokak kameralarıyla değil, akıllı telefonlar ve sosyal medya verileriyle de yeni bir boyut kazanmıştır.
Bir başka etik mesele ise “rızasız izleme”dir. Örneğin, bir apartmanda yaşayan herkesin rızası olmadan koridorlara kamera takılması, özel hayatın gizliliği ilkesine aykırı kabul edilir. Dolayısıyla güvenlik kameralarının varlığı kadar, nerede, kimin tarafından, hangi amaçla kullanıldığı sorusu da belirleyicidir.
Dijital Gözetim Çağında Yeni Dönem
Yapay zekâ destekli yüz tanıma sistemleri, artık klasik kameraları aşan bir gözetim gücü sunuyor. “Akıllı güvenlik” sistemleri, bir kişiyi kalabalık içinde tanıyabiliyor, hareket desenlerini analiz edebiliyor ve davranış tahminleri üretebiliyor. Bu teknolojinin yasal çerçevesi ise henüz netleşmiş değil. Avrupa Birliği’nin “Yapay Zekâ Yasası” gibi düzenlemeleri, Türkiye’deki hukuki tartışmalar için de yol gösterici nitelikte.
Bu yeni çağ, yalnızca güvenliği değil, özgürlüğün tanımını da yeniden tartışmaya açıyor. Artık sorumuz sadece “kameralar bizi izliyor mu?” değil; “biz, kendimizi ne kadar gönüllü olarak izlettiriyoruz?” sorusudur.
Sonuç: Görünür Olmanın Bedeli
Güvenlik kameraları yasaldır; ancak yasal olmak, her zaman meşru olmak anlamına gelmez. Tarih bize gösteriyor ki her gözetim aracı, aynı zamanda bir güç ilişkisi aracıdır. Bentham’ın Panoptikon’undan bugünün dijital kameralarına kadar uzanan bu çizgide, bireyler hem daha güvenli hem de daha görünür hâle gelmiştir. Gerçek mesele, bu görünürlüğün sınırlarını toplumsal uzlaşmayla çizebilmektir. Çünkü özgürlük, bazen sadece izlenmediğini bilmekte gizlidir.